Geometrik şekillere tarih boyunca sevgi, şevkat, merhamet ve adalet gibi güçlü duygulara tercüman olması açısından farklı anlamlar yüklenmiştir. Bu geometrik şekillerden üç tanesi var ki bunlar neredeyse bir çok kültür için çok önemli hale gelmiştir. Kare, Üçgen ve Daire.
Bizler sevdiğimiz zaman kendimiz için mi yoksa sevdiğimizi söylediğimiz karşımızdaki şey için mi seviyoruz? Sevgimiz egoist, ben merkezli bir duygu mu? Yoksa, gerçekten karşıdakini tüm farklılıklarına rağmen kendimize benzetmeye çalışmadan olduğu gibi mi seviyoruz? Örneğin, ayakkabılarımızı çok sevdiğimizi iddia ediyoruz. Onları çok ama çok seviyoruz. Fakat bir gün ayakkabılarımız bizim gitmek istediğimiz yere değil de kendi gitmek istediği yere gitmek istiyor. O zaman da ayakkabılarımızı sevebilecek miyiz? Yoksa, kendi yollarına yürüyecekleri için onlardan nefret mi edeceğiz? Eğer gerçekten seviyorsak, mutlu olmalarından mutlu olabilmeliyiz, değil mi? Eğer onların mutluluğu bizi üzüyorsa, aradaki duygu sevgi değil de sahip olma hırsı olabilir! Birlikte özgürleşerek kendi potansiyellerimizi gerçekleştirmek değil de yaşam potansiyellerimizi birbirlerine kurban ederek bir birinin efendisi kölesi olmak. Sevgi bu mu?! Yoksa, hırs mı bu?!
Diyelim ki bir gün bir çocuk ormanda bir Hüma kuşuna rastlar ve kuşu çok sever. Her gün kuşu görmek için ormana gider. Kuşu izler; ama izlemeye doyamaz. Kuşun büyüleyici renklerine, insanı hayran bırak sesine meftundur. Ormandan ayrıldığında artık içini dayanılmaz bir hüzün kaplamaktadır. Kuşa karşı duyduğu sevgi, her geçen gün onu esir almaktadır. Artık dayanamayacağı noktaya geldiğinde kuşu yakalamaya karar verir. Ormana gider ve güzel bir tuzak kurar. Kuş tuzağa düşer. Çocuk fırlar ve kuşun üzerine atılır. Yakalar ve kuş ile birlikte evin yolunu tutar. Çok mutludur. Çünkü artık kuşu görmek için her gün ormana gelmesi gerekmeyecektir. Evden hiç çıkmasına ve yorulmasına gerek kalmadan kuşu her gün ve gece görebilecektir. Eve vardıklarında kuş için özel hazırlattığı altından imal edilmiş saray kafese kuşu özenle yerleştirir. Çok ama çok mutludur. Ya kuş? Kuş, kendi iradesi dışında tutsak edilmiş ve köleleştirilmiştir. Fakat çocuk sürekli kuşu ne kadar çok sevdiğini söylemektedir. Onun için ne kadar sıcak ve zengin bir yuva inşa ettiğini söylemektedir. Kuş için ise bu ev bir yuva değil; bir kafestir. Kuş, sadece bir köledir artık. Oysaki sevmek, eşit özgürlüğü gerektirir. O nedenle köleler ve efendiler birbirini sevemez. Efendi, kölesini özgürleştirmediği sürece özgürleşemez. Köleler bizi çok sevdiklerini söyleyebilirler; fakat bu onların bizi gerçekten sevdiklerini göstermez. Mevkice bizden düşük olanlar da bizi sevdiklerini söyleyebilirler; fakat bu bizi gerçekten sevdiklerini göstermez.
Örneğin, Hoca Nasrettin bir gün yemeye davet edilmiş; fakat herkesin alıştığı hoca kıyafetleri ile değil de sıradan insanların kıyafetleri ile davete icabet etmiş. Hocayı o halde gören davet sahipleri ve halk, hocayı kapıdan çevirmiş, sofraya davet etmemiş. Bunun üzerine hoca evine dönmüş ve herkesin hürmet ettiği hocalık alametlerini taşıyan kıyafetlerini giymiş ve davete geri dönmüş. Onu bu halde gören ev sahipleri saygıda kusur etmeyip hemen hocayı içeri buyur etmiş ve sofranın en başköşesine davet etmiş. Hoca, en başköşeye geçmiş ve ev sahiplerinin ve diğer davetlilerin şaşkın bakışları arasında kürkünü çorbaya daldırmış. "Ye kürküm ye!" demiş. Davetlililer "Aman hocam ne yapıyorsun?" diyene kadar kürk çorbanın içene dalmış. Hoca dönüp davetlilere ve ev sahiplerine "Sizin hürmetiniz, saygınız ve dahi sevginiz bana değil; toplum içinde makamımı gösteren bu kürkedir! Öyleyse, varsın kürk yiyiversin çorbayı!" demiş.
Bir gün güçlülerin güçlüsü hükümdar da böyle yapmıştı. Topraktan bir kaftan yapmıştı kendisine de en yanındaki dalkavuk vezir bile onu tanımayıp, önünde eğilmemişti. Oysaki, bu dalkavuk her gün sevgisini göstermek için neler yapıyordu?! Fakat iş, önünde eğilme sırası çamur içinde sıradan görünümlü birine geldiğinde makam ve iktidar tutkusu boyunlara geçmiş kor demir halkalar gibi sevgi göstermesine engel oldu. Sevgisi, samimi olarak karşıdakini sevmek değil, karşıdaki sayesinde elde edilen kendi makamını, kendi iktidarını sevmekti. Gaflet ve delalet içinde bilinçsizlik, gerçek sevgi ve saygıyı yok eder. Sevgi ve saygı getiren bilinç, bilme ve gerçek değeri takdir etme, görünürdeki şeklin ötesindeki manayı bilmekle olabilir. Yoksa dalkavuk vezir gibi severiz ve sayarız. Güç ve iktidar hiyararşisi içinde sevgi ve saygıdan bahsedilemez ama iktidar ve güce bir şekilde ortak olmanın şehveti yaşanabilir. Buna da sevgi değil, iktidar hırsı denir.
Bir doğru üzerinde iki nokta alalım. Bunlardan biri doğrunun başlangıç noktasına yakın diğeri ise başlangıç noktasına uzak olsun. Uzak nokta, yakın noktadan daha ileride, yakın nokta da uzak noktadan daha geride denebilir. Doğrudaki "daha ileri" ve "daha geri" gibi kavramlar nedeni ile eşitlik bozulur. Ya da "daha az" veya "daha çok" gibi ifadeler kullanılabilir doğru üzerindeki noktalar için. Fakat birşeyin "daha"sı eşitsizlik üzerine kuruludur.
Ve eşitsizlik ise üçgen ile temsil edilir. Hiyararşi de bu nedenle üçgen ile ifade edilir. Böylesi bir üçgensel hiyararşinin en üstündekinin en altındaki ile birleşmesi sonucu dairesel bir hareket oluşur ve geometrik olarak daire veya çember şekli ile temsil edilir. Üçgenin tepesinde sadece tek bir nokta vardır ve bu nokta iktidarı temsil eder. Hiyararşinin en tepesindeki bu tek nokta, üçgenin hükümdarıdır. Geriye kalan tüm noktalar aşağı doğru genişleyerek hükümdarın altında yer alır. En altta ise hiyararşinin en düşük kesimi vardır. Yani, doğrumuzdaki başlangıca en uzak nokta, en ilerideki noktadır. Geri kalan noktalar ise daha geride. En ilerideki nokta, en gerideki nokta ile eğilerek buluştuğunda ortaya bir çember haraketi çıkmakta. Üstünlük sıraları değişmekte.
Doğru üzerinde eşitsiz yer alan tüm noktalar, çember üzerinde çemberin başlangıcı ve sonu olmadığı için daha ileride veya daha geride diye nitelenemeyecek duruma gelmekte. Hepsi, çemberin merkezine eşit mesafede yer almaktadır. Çemberin tüm noktaları dairenin tek nokta olan merkezine ya da kaynağına eşit hale gelir. Doğru, sadece boya sahip bir boyutlu bir yapıyken; daire dönüştüğünde boyut atlar ve en kazanarak iki boyutlu hale gelir. Sonra dairenin merkezinden çıkan bir boyutlu doğrular da eğilerek üçüncü boyutta birleşirler ve küreye dönüşür eşitlik ve adalet. Daha sonra ise, kürenin merkezinden çıkan bir boyutlu doğrular dördüncü boyuta eğilerek birleşirler ve dördüncü boyutta bir küre oluştururlar. Bu şekilde sonsuz boyutta bilincin eşlik ettiği eşitlik ve adalet arayışı devam eder. Ta ki, tüm boyutlar; tüm boyutların merkezlerinde yer alan ve tüm boyutların doğumuna neden olan o sıfır boyutlu tek noktaya çökünceye kadar...
Örneğimizde olduğu gibi üçgenin en üstünde yer alan hükümdar, üçgenin en altında yer alan topraktan kendine kaftan yapıp kılık değiştirdiğinde içinde bulunduğu eşitsizliğe dayalı üçgen yapıyı eşitliğe dayalı dairesel yapıya dönüştürür. Bu son derece devrimsel bir eylemdir. Güce ve eşitsizliğe dayanan bir yapıdan eşitlik ve sevgiye dayanan bir yapıya geçiş, gerçek bir devrim olarak kabul edilebilir.
Bir diğer taraftan biribirine zıt değerleri temsil eden bu iki geometrik şekil, bir biçimde bir araya gelip yeni bir form oluşturabilir. Yani, daire ile üçgen birleştirilirse bir koni elde edilir. Bu koni üsten basılır ise bir kubbe görünümünü alır ve kare bir yapı üzerine oturur. Neden kare? Çünkü kare dört kenarı ve ya dört köşesi ile dört temel bileşeni temsil eder: Toprak, hava , su ve ateş... Yani, sonlu maddi yer ve sonsuz manevi göğün birleşimidir konik yapı... Bakıldığı yere göre form ve anlam değiştirir. Kimi zaman üçgen gibi gözükür; kimi zaman da daire.